Hala garipsediğim bir olgudur edebi olmak.
Edebi olmayan: Geçen gün yolda yürüyordum. Hava soğuktu. Yorgundum.
Edebi olan: Yine günlerden bir gün, yürüyorum. Yol dediğimiz kelimenin üzerinde. Yıpranmış o kelime. Başka kelimelerşn altında aşına aşına. Dışarının soğuğu düşüncelerimi bulanıklaştırıyor, diğer taraftan adımlarımı hızlandırıyordu. Ancak soğuğun hızlandırması benim yorgunluğumu örtecek kadar keskin değil. Benim yorgunluğum soğukluğu örtecek kadar sonsuz...
Üç nokta olmadan da olmaz galiba...
Edebi olmayan: Kızılayda fena kalabalık vardı bugün. Eve döndüm, çünkü kalabalığı sevmem.
Edebi olan: Ankara'nın Kızılay diye tabir ettiğimiz mekanı. Bir takım insanlar. Kalabalık. Beraber oldular bugün. Ama kazanamadılar beni. Kalabalık dediğimiz o güruha alışamadım bir türlü. Kaçtım ben de. Kalabalık olmayan sığınağıma. Sadece bildiklerimin yaşadığı yere...
Tekrar üç nokta...
İşte böyle. Böyle yapınca edebi oluyor.
Edebi olan daha uzun. Anlatılan şeyi anlamak daha zor. Ama edebi olan yazı daha çok okunur. Garip. Değil mi?
16 Haziran 2013 Pazar
Edebi Olmak
6 Haziran 2013 Perşembe
Your prey is in vain
Yok efendim neymiş ülkeyi aksakallı dedelerin duaları ayakta tutuyormuş. Neymiş, torunu sınavı onun duaları sayesinde kazanmış. İşte efendim, doktor bey beni sevenlerimin duaları ayakta tutuyor.
O doktor iki gün bakmasın sana ne olur düşündün mü? Ne olur o zaman dualar?
Her şeyi dualara bağlamak emeği hiçe saymaktır. Ben sınıfımı geçmek için o kadar çalışayım. Biri çıkıp üstüne alsın bütün emeğimi. "Benim dualarımla geçtin" WTF
İmkansız şeyler için dua edince neden gerçekleşmez onlar? Yüce allahın gücü yetmiyor mu onlara? Üstünde düşünmeye değer bi konu bu.
Allah her istediğimizi bilmiyor mu? Neden onlar için yalvarmamızı bekliyor? Bu nasıl bi egoizm?
Aranızda bu yazdıklarımdan hoşlanmayanlar olabilir. Onlara sesleniyorum. Dağılabilirsiniz.
4 Haziran 2013 Salı
Yazı yazmak üzerine yazdım
"Gecenin sessizliği beni üşütürken
Isınmak için seni arıyordu bu beden
Aslında hep benimlesin sen
Ama ısıtmıyorsun içimi, Neden?" gibisinden garip, biraz obsesif, biraz duygusal şeyler yazsam, biraz şairane olsam filan. Şiir bana göre değil ama.
Ya da anlaşılamayacak şeylerle doldursam burayı, "Sana son bakışımdaki şairanelik, Roma'yı yakan adamın Roma'ya son bakışında bile aranamayacak kadar kutsal." gibi.(Ayrıca bkz:Kimsenin istemediği yazı).
Yapsam yaparmışım aslında böyle şeyler.
Halk tarafından asla anlaşılamayacak adamın çilekeş yalnızlığına bürünsem belki. Ya da ideal aşık benim imajı verme çabalarına girişsem. Mesela "Kolay kolay aşık edemezsin beni kendine. Dürüst olacaksın, korkmayacaksın sevmekten önce. Gerektiğinde arkamda dağlar kadar sağlam duracağını göstermen gerekir bana. İlk engelde kaçmak yok öyle. Eğer bir savaş verilecekse beraber vereceğimizi de hissettirmen gerek bana. Evet, beni aşık etmek zor dediğim gibi. Ama daha da zoru var. Aşık olduğumdan vazgeçirmek..." Gibisinden şeyler yazsam.
Yapılabilecek, yazılabilecek o kadar şeyin içinden benim yaptığım da bi garip hani. Yazılarım bi duygu yoğunluğu içermiyor. Duygu yoğunluğu içeriyormuş gibi görünenler ironik. Blogda belirli bi konsept yok. Aklımda ne varsa, ruh halim nasılsa olduğu gibi yansıyor. Şairanelik zaten yok. Her taraf buram buram ironi kokuyor.
Yukardaki örnekler gibi yazsam belki daha çok sevilecek yazdıklarım. Ama yakıştıramıyorum kendime öyle şeyleri.
Isınmak için seni arıyordu bu beden
Aslında hep benimlesin sen
Ama ısıtmıyorsun içimi, Neden?" gibisinden garip, biraz obsesif, biraz duygusal şeyler yazsam, biraz şairane olsam filan. Şiir bana göre değil ama.
Ya da anlaşılamayacak şeylerle doldursam burayı, "Sana son bakışımdaki şairanelik, Roma'yı yakan adamın Roma'ya son bakışında bile aranamayacak kadar kutsal." gibi.(Ayrıca bkz:Kimsenin istemediği yazı).
Yapsam yaparmışım aslında böyle şeyler.
Halk tarafından asla anlaşılamayacak adamın çilekeş yalnızlığına bürünsem belki. Ya da ideal aşık benim imajı verme çabalarına girişsem. Mesela "Kolay kolay aşık edemezsin beni kendine. Dürüst olacaksın, korkmayacaksın sevmekten önce. Gerektiğinde arkamda dağlar kadar sağlam duracağını göstermen gerekir bana. İlk engelde kaçmak yok öyle. Eğer bir savaş verilecekse beraber vereceğimizi de hissettirmen gerek bana. Evet, beni aşık etmek zor dediğim gibi. Ama daha da zoru var. Aşık olduğumdan vazgeçirmek..." Gibisinden şeyler yazsam.
Yapılabilecek, yazılabilecek o kadar şeyin içinden benim yaptığım da bi garip hani. Yazılarım bi duygu yoğunluğu içermiyor. Duygu yoğunluğu içeriyormuş gibi görünenler ironik. Blogda belirli bi konsept yok. Aklımda ne varsa, ruh halim nasılsa olduğu gibi yansıyor. Şairanelik zaten yok. Her taraf buram buram ironi kokuyor.
Yukardaki örnekler gibi yazsam belki daha çok sevilecek yazdıklarım. Ama yakıştıramıyorum kendime öyle şeyleri.
Yazıyorum işte. Biraz garip bi tarzla belki. Okuyorsanız ne ala. Beğenerek okuyorsanız daha da iyi. Hepinizi seviyorum.
Dipnot:Yukardaki yazı tarzlarına verdiğim örnekler bana aittir.
Dipnot:Yukardaki yazı tarzlarına verdiğim örnekler bana aittir.
Dipnot 2:Diğer iki örneği doğaçlama verdim de ideal aşık imajı örneğinde biraz düşündüm. Demek ki en olmayacağım şey ideal aşık imiş.
Kimsenin İstemediği Bir Yazı
İhtimal hesapları üzerine matematiksel bir inceleme
Bu foreshadowing değil
kör göze parmak;
Patagonya
Yoklukların içinde kırmızı bir meydan kuruldu. Yok burada satılan şey. Belki birkaç sayı. Yeri gelince
onlar da anılır ama bir pazar günü gidilen tren istasyonu kadar gereksiz.. Sadece basit bir film. Sonu başından belli olan bayram ziyareti gibi.
Bir bahar günü ayağa kalkan yengeçler kitap yazsa komik olurdu. Ben yazınca olmuyor mu? Bilmiyorum ki. Ama o üzülmüyor muhtemelen uzun gecelerde kuru fasulyesini yerken. Çünkü o da bilmiyordu.
Bilinmeyen çokokremin ağzında bıraktığı amansız kahverengiliğin umarsızlığıyla boğuşuyordu adeta. Ama bilmiyordu. Kahverengi de uydurma bir renkti, isim bulamamışlar işte.
Bayramları da severdi aslında. Deli dolu bir genç adam. Şarabını açar içerdi ara sıra. Kapatırdı kapağını kırmızılığı örtmek adına. Var olmamışların acısını hissedermişçesine acele içerdi şarabını bazen. Bazen yeni doğmuş çocuk sakinliğinde. Umursamazdı .
Eli şampanyaya uzanırken eli kırık bir oyuncağı taklit etti. El yerine başka uzuvlarının kırık olması
beyninden şüphelenmesini örtmüyordu. Zira kelimelerle örttüğü cümle masasında, tabakların bitmemesini yeğlerdi. Sirtaki misali.
Yoklukların içinde kırmızı bir meydan kuruldu. Yok burada satılan şey. Belki birkaç sayı. Yeri gelince
onlar da anılır ama bir pazar günü gidilen tren istasyonu kadar gereksiz.. Sadece basit bir film. Sonu başından belli olan bayram ziyareti gibi.
Bir bahar günü ayağa kalkan yengeçler kitap yazsa komik olurdu. Ben yazınca olmuyor mu? Bilmiyorum ki. Ama o üzülmüyor muhtemelen uzun gecelerde kuru fasulyesini yerken. Çünkü o da bilmiyordu.
Bilinmeyen çokokremin ağzında bıraktığı amansız kahverengiliğin umarsızlığıyla boğuşuyordu adeta. Ama bilmiyordu. Kahverengi de uydurma bir renkti, isim bulamamışlar işte.
Bayramları da severdi aslında. Deli dolu bir genç adam. Şarabını açar içerdi ara sıra. Kapatırdı kapağını kırmızılığı örtmek adına. Var olmamışların acısını hissedermişçesine acele içerdi şarabını bazen. Bazen yeni doğmuş çocuk sakinliğinde. Umursamazdı .
Eli şampanyaya uzanırken eli kırık bir oyuncağı taklit etti. El yerine başka uzuvlarının kırık olması
beyninden şüphelenmesini örtmüyordu. Zira kelimelerle örttüğü cümle masasında, tabakların bitmemesini yeğlerdi. Sirtaki misali.
Keşkeler denizinin içinde boğulan bir insanın dramını anlatan anlamsız bir kitabı okuyordu. Hayat ortaktır diye geçirdi içinden ve fırlattı kitabını. Yenisini almadı eline her zaman yaptığı gibi. Belki yarın balık tutardı. Kitap solucanın yerini tutmazdı. Kafası çalışan balık istemiyoruz biz
Alfabenin içinden dörtyüzdokuzuncu harf olduğunu anımsadı. Tutulan düşlerin içinden tarlaları boyladı. Etrafına baktığında yağmur kokusu ve birkaç adet meşe odunu tutuşmuştu çoktan. El ele
boktan gökyüzünü turladı, şuursuz gözbebeklerinde.
Düşüncelerini matbaaya götürse roman olmazdı belki ama mesnevi çıkabilirdi oradan. Dikkat etmesi gerekiyordu ama bazı şeylere. Ne de olsa mesnevide beyit sınırlaması yok. Annesi yanında olsa sarma sarardı. Oturur yiyebilirlerdi bile. Bu düşüncenin iç karartıcı olduğuna karar verdi önce. Sonra meşe odunlarını düşündü. Oturup beraber tutuşsalar hayat daha mı güzel olurdu? Sarmayı sevmemişti hiç. Hayatın garipliklerine şaşırdı bir kere daha.
Sonra birden köpekler üşüşürdü kalbine. Ahım şahım olmasalar da sinekleri davet ederdi hayatın
şaşkınlıklarına. Kendi beyti sofralarında halay çekerdi bilmeksizin. Çünkü ahlar ve vahlar yerine
kasmazdı bisikletinin zincirleri. Boşansın hayaller ve mendiller deyip sümkürürdü aort damarından.
Oturup bakardı, iç karartanın ne renk olduğunu …
Her havuzun içinde su olduğunu bilen bi insandı sonuçta. Bu genel bilgiye vakıf olmak kendini topluma biraz daha yakın hissettiriyordu. Her geçen gün adım adım yaklaşıyordu öleceği ana. Bunu düşündü biraz. Sonra vazgeçti. Boşa geçen vakti sevmezdi pek. Anılarda yaşamak da güzeldi bi yerde. Belki bir solucan, hatta belki bir balık…
Sonsuz varsayımların ötesinde, yosunlaşmış tabanında vazgeçişlerin alasını çizdi. Baktı ki bu tablonun
en güzel tarafı kendisiymiş. Tahta oturup tahtarevallide geçen günlerindeki yaptığı haksızlıkları hatırladı. Buraya ulaşması için zaten bunlara ihtiyaç duymamıştı, hayat ona beklenmeyenleri verirdi
hep…
Düşüncelerini yıllanmış bira maşrapasına boşalttı. Rahatladı biraz. İki gün önceden kalan birayla karıştırıp içti onu. Düşüncelerin kafasından başka bir yerde olması huzur veriyordu ona. Ah bi de yediklerini kafasına gönderebilse. Belki de kuşlara imrenmesi bu yüzdendi. Hiç unutmaz sapanla kuş vuran bi arkadaşıyla iki gün küs kalmışlardı.
Tavus kuşu gibi havalanıp öküz gözleriyle toprağı delip deşen devekuşundan farksızdı. Soluk düşüncelerin yıllanmış raflarını araştırdığında ulaşmak istediği numaraya o an ulaşılmıyordu nedense.
Tekrar deneyip huzursuzluğunu bebek bezine bağladı.
Yaramıyordu ona değişim. Bir yaptığı diğerini tutmayınca kızıyordu kendine bazen. Hayat gayesi edinmişti tutarlılığı. Çok da tutarlı değildi aslında ama bulabildiği tek gayeydi o. Genellemelerin insanıydı o biraz da. Daha öznel olanlarını da severdi kendince. Arada bir. Tutunacak bi siyahlığı kalmayınca beyaza sığınan kertenkeleye benzetirdi arkadaşları onu. Ya da o kendini kertenkeleye benzetecek arkadaşlar istiyordu kendince.
Kelebeğin etkisi mi yoksa kankasının kana susamışlığı mıydı onu bu tuzlu denizlerde yüzdüren ?
Kıvılcımların başa bela olduğu anda kum torbasını yumruklamanın zevkine varıp yüzünde bir gülümseme belirdi. Kalem dolu parmaklarının uçlarını kör bir kalemtıraşla tıraş etmişti sinekkaydı.
bir gülle bahar olmaz ama her bahar kelimesinden sonra virgül kullanılabilir…
her virgül ölümü tadacaktır
Beraber yazdık
mjora
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)